in ,

Bu Ay BeStyle’da Ece Sükan Var!

Uzun yıllardır tanıdığımız, ismini birçok iyi projede duyduğumuz, her geçen gün başarılarına yenilerini eklediğine tanıklık ettiğimiz Ece ile yepyeni bir sezona giriş yapıyoruz. Netliği, kendine has duruşu ile karşımızda. Siyahlar içerisinde farkını ortaya koyan bu tavrı, yeni bir sezona giriş yaptığımız şu günlere fazlasıyla yakıştı. Yeni televizyon programıyla da adından sıkça söz ettiren Ece’nin hiç yerinde durmayan hali, bu yaz tavan yapmış durumda. Çünkü tüm yaz sezonu boyunca farklı noktalara seyahat eden, iş ile keşfetme halini birleştiren Ece ile dünden bugüne her şeyi konuştuk.

RÖPORTAJ TUĞÇE ORÇUNUS

FOTOĞRAF TAMER YILMAZ

STYLING HAKAN ÖZTÜRK

VİDEO ÜNAL AVCI

SAÇ & MAKYAJ ÖNDER TİRYAKİ

FOTOĞRAF ASİSTANI AKSU GÜNAY

STYLING ASİSTANI DİCLE FATMA DALMIŞ

SAÇ & MAKYAJ ASİSTANLARI ESRA POYRAZ, DOĞUKAN TUNCER

DİJİTAL İÇERİK DİREKTÖRÜ TUĞÇE ORÇUNUS

KURUMSAL İLETİŞİM MUKADDES KAYA

Ece, tüm yaz hızına yetişemedik adeta. Çekim tarihini bile kaç ay öncesinden planladık neredeyse. Nasıl geçti yaz peki? Hareketlilik mi seni bu denli zinde tutan şey gerçekten?

Gerçekten çok yoğun bir yaz geçirdim ama zaten ben hep koşturma içerisindeyim. Hayat enerjim kendimi bildim bileli çok yüksek. Hayatı hep aksiyon alarak, anlık ve aktif olarak yaşamayı seçiyorum. Bu aslında bir yapı meselesi bence çünkü çocukluğumdan beri böyleydim. Hep birkaç işi bir arada yapar, hep multi-disipliner karakterimi ortaya koyardım. Bale yaparken bir yandan da tiyatroya giderdim. Okula giderken bir de devlet opera balesinde kurslara giderdim. Annemin Ankara Sanat’taki tiyatrosunun kulislerine gider, oradan TRT’de seslendirme yapmaya giderdim. Bu da hala devam eden bir enerji olarak hayatımı domine ediyor. Bu da beni güncel ve zinde tutuyor. Ama zaten başka türlüsünü de bilmiyorum. Sorguladığım zamanlar da oldu, acaba biraz dursam mı diye. Ama yıllar geçtikçe de kendimi daha da kabullenip, sevip barıştıkça da bu özelliğimin aslında beni ben yaptığını anladım. Hatta beni çok zenginleştirdiğini, tüm bu uğraştığım alanların hepsinin birbirini beslediğini anladım. Şu anda da kariyerimde ve hayatımda tüm bu attığım tohumların, izlediğim yolların bir kesişim noktasında gibiyim. Tohumların filizlendiğini, yeşerdiğini görüyorum. Noktaları birleştirdiğim bir dönemdeyim. Bu da benim zenginliğim. Her ne kadar bazen yorulup şikayet etsem de, merkezime geldiğimde gayet huzurlu ve mutlu olabiliyorum. Hep çalışkan biriydim ve güzel işler yapmayı çok seviyorum. Bu yüzden kendimi multi-professional olarak adlandırıyorum artık.

Çok uzun yıllar öncesine dayanıyor Ece Sükan ismini tanımamız. Güzel işlerde yer aldın, moda sektörü geçmişin ise oldukça iddialı. İlk modaya ayak basışın hangi yıllara dayanıyor? Marie Claire, Vogue Türkiye’deki başarıların hala hafızalarımızda. O zamanları senden dinlemek isteriz.

Dergiciliğe ilgim, fotoğraflara ve modaya olan ilgimle başladı. Ve bu Ankara’da Ted kolejinde okuduğum yıllarda başladı. Ardından ODTÜ Psikoloji’yi bitirdim. O zamanlarda annem ve abim de fotoğraflara çok meraklılardı. Genel olarak estetik duygusu yüksek bir ailede büyüdüm. Üniversiteyi okurken de moda ile ilgili bir şeyler yapacağımı hep biliyordum. Aslında o dönemlerde modelliğe de başlamıştım. Burada zamanında kulis tozu yutmam çok etkili oldu. Ve dergicilik o yıllarda Ankara’da çok yaygın değildi, dünya kitapevine Vogue Italia, Wallpaper gelirdi ve ben hep satın almayı beklerdim. Tek tek incelerdim sayfaları. Ve moda editörlüğü yapmaya karar verdim. Üstelik bu mankenlik kariyerimden önce aklıma geldi. İnsanlara garip gelirdi çünkü o zamanlarda moda editörlüğü yaygın değildi. Bu aslında bir meslek değildi, okulu veya workshopları olan eğitim seçenekleri yoktu. Ama ben o kadar emindim ki üniversiteyi bitirir bitirmez İstanbul’a yerleştim, yine birçok iş yapmaya devam ettim ve Marie Claire’de moda editörlüğü dönemim başladı. O yıllar çok kreatif işlerin yapıldığı dönemlerdi. O kadar karakteristik işler yapılırdı ki; birkaç yıl sonra New York’a FIT’ye okumaya gittiğimde portfolyom sayesinde beni 1.sınıfa kaydolmak yerine 3.sınıfa konuk olarak aldılar. Tamamen tecrübelerimi detaylı anlattığım bir konuşmaydı. Her anlamda o dünyayı yaşatmaya çalıştım onlara.

Daha sonra ise New York yıllarım beni çok geliştirdi. Orada da birçok alanda çalışmaya devam ettim ve vintage parçalar toplamaya başladım. Ki bu da benim daha sonra kurduğum Ece Sükan Vintage butiğimi açmamı sağladı.

New York sonrası İstanbul’a dönerek yine modelliğe devam ettim. Styling, moda editörlüğü derken NTV’de TV programları da yapmaya başladım. Ve Uluslararası tüm moda haftalarını takip ettim, hepsine gidip A listesindeki en ikonik tasarımcılarla röportajlar yaptım, reality show tadında program çektim. O dönemlerde bu moda haftalarına giden tek kişiydim! Sonrasında da başlayan Vogue dönemi ile birlikte tüm derginin kreatif donanımında bulundum. Aynı zamanda Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı da yapıyordum. Aslında ben o dönem TV programı için koştururken, blog hayatı başladı. Ben farketmeden street style fotoğrafçıları Scott, Tommy Ton, beni çekmeye başlamışlar. O zaman sosyal medya olmadığı için ben böylelikle uluslararası arenada stilimle var olmaya başladım. Ben, beni çektiklerini tesadüf olarak gördüm. Ben de o dönem Vogue Amerika’nın blogunda yazmaya başladım ve style.com beni o dönem modaya yön veren 20 it girl içerisinde konumlandırdı. Bunların hepsi organik bir şekilde gelişti! Bunların hepsi benim daha da çok tanınmamı sağladı.

Pandemiden bu yana dijitalleşen dünya ile birlikte yayıncılık sektörü de yeniye ayak uydurma mecburiyetinde kaldı. Baskı dijitalin arkasında kaldı adeta. Zamanının bir yayıncısı olarak sen bu evrimleşme hakkında neler düşünüyorsun?

Dijital devrimle birlikte tabii ki yayıncılık evrimleşti, kendi içerisinde dönüşüyor. Aylık dergicilik aslında değişen çünkü bence baskı ölmedi, form değiştirdi. Daha çok coffee table dediğimiz 3,4 veya 6 aylık aralarla çıkan dergiler çok belirli konulara yoğunlaşarak, bir perspektif sunarak, baskı yayınlığını devam ettiriyor. Ama aylık moda dergiciliği büyük bir değişim gösterdi çünkü instagramın hızındaki imaj bombardımanı, trend dediğimiz mikro ve makroların anında tüketilmesi, bu tüketim hızıyla aylık dergilerin bunlardan haber veriyor olması haliyle yavaş kalır oldu. Mecburen daha çok etkinlik yaparak döndürülmeye başlandı. Daha spesifik konulara yoğunlaşan dergicilik de devam ediyor. Hatta yurt dışına gittiğimde bir kitapçıya girdiğimde, bu minimalde yeni çıkmış dergiler görüyorum. Aslında sadece dergicilik değil her sektörde 360 dereceyi kapsayan durum söz konusu.

Stilistlik kariyerin ise moda dergilerinde başlayan yolculuğunla birlikte mi doğdu? İstanbul ile sınırlı kalmayıp New York’a kadar uzandığını hatırlıyoruz.

Yukarıda da bahsettiğim gibi burasının bana dar gelmesiyle başlayan bir yolculuktu. Ve New York’ta müthiş beslenerek geri döndüm. Ondan sonra da İstanbul’daki kariyerim oldukça hızlandı.

2009’da İstanbul’da neredeyse ilk vintage mağazasını açan isim sendin. Ben üniversitede okurken ziyaret edip, parçalar arasında kararsızlıklar yaşadığımı hatırlıyorum. Annen ile tanışmıştık hatta. O dönemde böyle bir işe kalkışmak nasıl gelmişti aklına? Şimdilerde düşünmez misin yeniden?

Ece Sükan Vintage macerası da benim için çok keyifli bir yolculuktu. Annemle tanışmış olmana ayrıca sevindim, çünkü annem o mağazanın ikonik figürüydü. Herkes bana hala onu soruyor. Ben aslında tüm vizyonerliğimi annemden aldım. O yüzden benim için önemli bir figür.

Aslında ticari bir düşünceyle açmadım mağazamı, açamazdım da çünkü Türkiye’nin ilk vintage butiğiydi. O dönemlerde vintage kültürü çok azdı ama ben Ankara yıllarımda da vintage mağazalarından alışveriş yapan biriydim. Hala annemin eski fotoğraflarını görünce annemin stiline ağzım açık kalıyor.

Ben de annemden geçen bu etkileri New York yıllarımda sokakları keşfederek, farklı mağazalardan vintage ürünler bularak stylingde kullanmak üzerine toplardım. Çünkü Türkiye’de bu kaynaklar çok azdı. Şimdilerde bile oldukça az. O zamanlar ise yokluktan var ederdik. Ben böylelikle beğendiğim şeyleri toplamaya başladım ve zaman içerisinde birikince İstanbul’da evime giderken yol üzerinde bir mağazayı keşfetmemle risk aldım ve mağazayı açtım. Kişisel ve hayat yolculuğumda da hep bu riskleri aldığımı görüyorum. Abim dükkanımın içerisini yaptı, annemin desteği çok büyüktü. Neredeyse her dergide yer aldık çünkü koleksiyon oldukça özeldi. Hatta ikonik tasarımcılarımız Rıfat Özbek, Hüseyin Çağlayan gibi isimler İstanbul’a geldiklerinde benim mağazama gelerek alışveriş yaparlardı. Benim bu noktadaki zorluğum ise bu kültürü buradaki insanlara bunu anlatabilmekti, bunu anlatabilmek için ana haberlere bile çıkmıştım, düşünün! Tabii aynı anda birçok işi yaptığım için zamanla mağazayı çevirmem zor oldu, kapatma kararı aldım. Muhteşem bir vintage defileyle kapattık hatta, şahaneydi! Ara sıra Ece Sükan Vintage pop-up’lar yaparak sürdürmeye devam ediyorum. Belki ileride yeniden devam ettirebilirim.

Sunuculuktaki başarılarına geçmeden oyunculuk kariyerine değinmek istiyorum. İlk Haziran Gecesi’nde seni gördüğümüzde herkesin hayran kaldığını hatırlıyorum. Şahane bir ekip ve Türkiye tarihi için çok iyi bir işti gerçekten. Bu projenin oyunculuk hayatına olan katkıları neler oldu sence?

Oyunculuk, benim için aileden gelen bir dünya. Aslında İstanbul’ a geldiğimde oyunculuk konusunda çekimserdim. Annem tiyatro sanatçısı, ben konservatuar mezunu değilim ve moda dünyasında olduğum için gelen teklifler olduğunda bile çekimserdim. Fakat oyunculuk benim için var olacağım bir alandı, bunu hissediyordum. Aslında Ay Yapım’ın kurulduğundaki ilk işi olan 24 saat dizisinde yer aldım. Çok başarılı bir işti ve ben bir kriminal psikoloğu oynadım, tam da bana göreydi. Sonrasında ise Haziran Gecesi oldu ve benim için önemli bir yapı taşı oldu. Akabindeki Aşk Yakar projesi sayesinde oyunculuk kanıma girmiş oldu. Bir ara sonrasında da Gülperi ile ekranlara dönmek heyecan vericiydi.

Gülperi’deki Şeyma’dan sonra dijital iş olan Terzi’deki Suzi karakterinle kendini yeniden ekranlarda göstererek, bir kez daha duruşunu hatırlattın herkese. Çok da güzel oldu çünkü dizideki oyunculuğun yanı sıra styling olarak da bayılarak izledik seni. Ekip de çok başarılı isimlerden oluşuyor. Dijitalde bir projede yer almanın avantajları neler sence?

Şeyma’dan sonra, dijital işimiz olan Terzi, benim için gerçekten çok çok güzel bir proje oldu. Aslında iki dünyamın birleştiği bir iş oldu. Hem moda dünyam hem de oyunculuk birleşti. Peyami’nin sağ kolu olarak couture atölyelerindeki prömiyer yani güçlü biri olmak benim için çok özeldi. Suzi karakterinin stilini de yaratmak önemliydi. Çok güzel bir ekiple iyi bir iş yaptık. Dünyanın neresine gidersem gideyim hep Suzi’nin stiliyle ilgili güzel yorumlar alıyorum. Sizden de aldığım için ayrıca teşekkürler.

Yeni sezon gelecek mi peki?

3 sezonu aynı zamanda çektik, o yüzden devamı olmayacak.

Yıllar içerisinde hiç değişmeyen bir fiziğin ve stilin oluştu. Çok da iddialısın bu konuda. Dönem dönem bunu korumayı başarmak zor olmuyor mu?

Aslında hayatı dolu dolu yaşarken kendimi hiç limitlerle donatmıyorum. Fakat denge kurmayı iyi biliyorum. Çalışmayı, sosyal hayatı, kendine bakmayı dengede tutmak için zaman yaratıyorum. Mesela bir seyahate gittiğimde kendime sınırlar koymuyorum ama sonrasında düzenime döndüğümde spora ve beslenmeye odaklanıyorum. Sağlıklı ve güzel ürün yemek için özen gösteririm. Genelde zinde ve sağlıklı yaşam rutini oturttuğumu düşünüyorum, en önemlisi sürdürülebilir olması. Her gün spor yapmasam da 3 gün yapmaya özen gösteriyorum.

Çok seyahat ediyorsun, seni hayata bağlayan en güzel şeylerden biri de bu yeni yerleri keşfetme hali mi?

Yeni yerleri keşfetmek ve dünyanın değişik yerlerini deneyimlemek benim için vazgeçilmez bir tutku. Bu hep böyleydi. Bence ruhumun özgürlüğü ve kendini iyi hissetmesi açısından çok önemli. Hep bir yerlere gitmeyi tercih ediyorum ve vazgeçmeyeceğim. Tabii ki gittiğim yerlere hızlıca adapte olmak da insanı dünya vatandaşı yapıyor. Böylelikle her ortamda var olabiliyorsunuz.

Sunuculukta ise Türkiye’de parmakla gösterilen isimlerden birisin gerçekten. Var mıydı hep böyle bir kariyer hayalin? Yoksa biraz da yol mu seni oraya götürdü?

Sunuculuğu da çok küçüklükten beri yapıyordum aslında. Tiyatro oyunlarında, okulda hep sahne durumum var. Açıkçası kendimi çok rahat hissediyorum canlı yayında, sahnede. Bazı insanlar çok iyi oyuncu olsa dahi karşılıklı iletişim kurmakta zorlanabilir. Ben o konuda hep çok rahattım. Zamanında Cine5’te de program yaparken çok rahat idare edebiliyordum. Sanırım bu bendeki bir yetenek.

Dünyaca ünlü tasarımcıların yanı sıra çok iyi isimlerle yaptığın röportajların var. Tabii hiçbir fashion week haftasını kaçırmıyor olmak da bu işin sırrı. Dünya fotoğrafçılarının street style çekimlerinin arasına giriyor olmak sende nasıl bir his yaratıyor? Biz çok gururlanıyoruz seni gördükçe.

Evet, gerçekten dünyaca ünlü isimlerle röportaj yaptım. NTV’de yaptığım programa şimdi dönüp bakıyorum da inanın hala o tarzda bir proje yapılmadığını görüyorum. Şimdi de yeni programımda güzel röportajlar yapıyorum. Tabii ki moda haftalarına birçok içerik üretmek için yine gitmeye devam ediyorum. Çünkü çevremle buluşup, fikir alışverişlerinde bulunarak işler yapıyorum. Oksijen’de de zaten bir köşem var.

Street style konusunda da ilk çıkışında var olabildiğim için şu anki sanallığı o yıllara göre biraz farklı buluyorum. Son 7 senedir, bizim o ilk çıkış zamanlarımıza göre aynı değil, gerçek anlamda stilin izinden gidilirdi. Şu anda bir defilenin önünde farklı kurgular görebiliyorsunuz ve bana yüzeysel geliyor. Yine de hala varım ve street style da hala moda haftalarının ayrılmaz bir parçası.  

Şimdilerde yeni gözden CNBC-e’deki Ece Sükan İle 3S programına değinelim biraz da. Burada birçok konu başlığını ele alıyorsun. Nasıl kesişti yollarınız bu program ile, iyi gidiyor mu her şey?

Evet, CNBC-e’deki Ece Sükan ile Stil, Sanat, Seyahat programım çok keyifli. Zaten çıkış noktası benim hayat tarzım; ilgi alanlarımın aslında takip edilmesi ve belgelenmesi üzerine. Sürekli içerik üretmemiz gereken bir program, gerçekten çok yoğun bir çalışma temposu yaratıyor. Hem uluslararası bienal, festival ve moda haftalarını takip ettiğimiz, içerik ve iş birliklerini gözlemlediğimiz, tasarımları ve sergileri izlediğimiz dolu dolu bir program… İçerikleri hazırlıyor, sunuyor ve koşturuyorum. Nisan başında Venedik Bienali ile başlayan koşuşturmamız, Mardin Bienali ve Paris Moda Haftası derken seyahatlerle dolu bir program olduğu için BeStyle Magazine ile olan bu çekimi ancak yapabildik. Hayatımın iz düşümlerini yansıttığım bir program yapmayı amaçlıyorum. Çok yorucu olmasına rağmen benim için çok keyifli ve besleyici.

Ekranlara çok yakıştığın bu programda ağırlıklı olarak moda haftalarını, bienalleri, festivalleri ve sanat kokan birçok konuyu işliyorsun. Yeni sezonda var mı yepyeni sürprizler?

Stil, sanat ve seyahat, moda haftaları, bienaller dışında yeri geliyor konser yeri geliyor bir müzik festivalini çekiyoruz. Bazen çok önemli bir sanatçının backstage, provalarını çekiyoruz.  Veya muhteşem bir rock star olan Teoman’ın yeni kitabını konuşuyoruz. Ya da Gastronomi ile ilgili yeni keşifler yapıyoruz. Ya da yelkenliyle açılıp değişik bir deneyim yaşamayı size aktarmaya çalışıyoruz. O yüzden hayattaki her noktaya dokunan, kreatif endüstrisine ait kültürü içinde barındıran, gustolu ve lüks yaşama da değinen içeriklerin dolu dolu olduğu bir program sunuyoruz. Çok özenle çalışıyoruz bu içerikleri üretmek için. Benim yaptığım röportajlar dahi sohbet gibi geçiyor çünkü o anda neler merak ettiğimi sorarak, bildiğim konularla bunu sentezleyerek yapıyorum. Çok zengin ve dolu dolu sohbetler gerçekleştirdiğimiz için güzel yorumlar alıyoruz, bu da beni çok mutlu ediyor.

Sosyal medya hesabında da iyi bir takipçi kitlen mevcut. Buradaki sosyal medya iş birliklerine nasıl bakıyorsun?

Sosyal medyada güzel bir takipçi kitlem var ve bu uluslararası aranedan bir kitle. İş birliklerine de açığım ve seviyorum açıkçası. Ben, instagramı biraz dergi gibi kullanıyorum. İmaj üretmek, hikaye yaratmak, fotoğrafın bir dilinin olması önemli çünkü ben story koyarken bile hikaye yaratıyorum. Kendi içerisinde bir film çekiyorum aslında. Bir günlük gibi, bir photodiary gibi kullanıyorum. Dergicilikten gelen mesleki deformasyon diyebiliriz, sosyal medyaya da öyle yaklaşıyorum. Markalarla çalışırken de bu özelliğimi ön plana çıkarıyorum. Hayatta hiçbir şeye yüzeysel yaklaşmadığım gibi, bu işi de öyle yapmıyorum. Otantik bir şekilde kendimi ifade ediyorum, hem iş birliklerimde hem de özel yaşamımda. Bir şekilde dengeleyip, derin düşünerek, oynayarak kreatif yaklaşımlar sergiliyorum.

Bu çekim için çok heyecanlıyız, şahane de bir iş çıkıyor ortaya. Anılarımıza yerleşmesi için bu birlikteliğimize özel güzel bir cümle rica edebilir miyiz senden?

Çekimimiz gerçekten güzel oldu. Sevgili Tamer Yılmaz, Hakan Öztürk ve Önder Tiryaki ile birlikte, anılarımızı tazeleyerek ve güle oynaya bir çekim gerçekleştirdik. BeStyle Magazine ile sonunda buluştuğumuza çok sevindim. Yeni sezona, Eylül ayına yakışır bir çekim oldu. Tüm ekibe öpücüklerimi yolluyorum.

What do you think?

#SessizLüks

İPEK ALP SEVER- DARE LONDON MARKA KURUCUSU