in ,

Bu Ay BeStyle’da Ayça Bingöl, Ceren Moray, Cansu Tosun Var!

 

Mart ayına yakışır, Kadınlar Günü’nü birlikte kutlamaktan çok keyif aldığımız bir üçlüyü konuk ediyoruz bu ay kapağımızda. Üçü de bu zamana kadar şahane işlerde yer alan, adeta başarıdan başarıya koşan, her geçen gün kendilerini geliştirmek adına durmadan çalışan isimler. Ayça Bingöl, Ceren Moray ve Cansu Tosun. Ayça; zaten hepimiz çok uzun yıllardır hayran olduğu bir kadın gücüne sahip. Ayakta alkışlanacak performanslarıyla bizi daima gururlandıran kadın oyuncularımızdan. Ceren’i televizyonda izlediğiniz andan itibaren ona bağlanmanız ve ne işler başarabileceğini öngörmeniz çok mümkün, insana o tatlı enerjisini geçiren isimlerden biri. Cansu ise oldukça güçlü yaklaşımıyla geçirdiği tüm oyunculuk kariyerine yenilerini eklemek için durmadan başaran isimlerden biri yine. Biz de üçünden aldığımız güçle iyi bir çekim gerçekleştirdik ve çok sevdik. Dizideki karakterlerinden çok bağımsız olan bu çekim mood’unda gördüğünüz üçlüye siz de bayılacaksınız!

RÖPORTAJTUĞÇE ORÇUNUS

FOTOĞRAFTAMER YILMAZ

MODA EDİTÖRÜHAKAN ÖZTÜRK

SAÇFERİT BELLİ

MAKYAJSEVİNÇ GENÇDOĞAN, FURKAN KARAKOL

VİDEOYUŞA EBRAR DURSUNOĞLU

MODA EDİTÖRÜ ASİSTANIFIRAT GENÇDOĞAN

RETOUCHMEYHAYAT

DİJİTAL İÇERİK DİREKTÖRÜTUĞÇE ORÇUNUS

KURUMSAL İLETİŞİMMUKADDES KAYA

DİJİTAL İÇERİK EDİTÖRÜBURAK ÜÇPINAR

Aylar öncesinden heyecanının basmaya başladığı çekimimizi, tam da Kadınlar Günü özelinde hayata geçirmiş olmaktan dolayı fazlasıyla memnunuz. Üçünüzün bir arada olduğu çekim sizin için nasıl geçti?

AYÇA: Cansu ve Ceren ile birlikte üçlü bir çekim yapmayı çok istiyorduk açıkçası ve

kendi aramızda bunu hep konuşuyorduk. Bu çekim konuşulurken de heyecanla bekliyorduk. Bizim için setin dışında böyle bir paydada buluşmak eğlenceli ve hoş olacaktı, öyle de oldu. Çok da harika bir ekiple çalıştık. Herkese buradan bir kez daha tek tek teşekkür etmiş olayım. Benim için, bizim için çok keyifli bir çekim ve anı oldu.

CANSU: Açıkçası her gün o kadar beraberiz ki pek de farklılık olmadı. Ama Ayça ile Ceren’i bu maskülen&feminen tarzları ile görmek ve oynadığımız karakterlerin zıttı tarzlarımız ile çekim yapıyor olabilmek, ben de tam olarak hiç bitmese keşke hissi yarattı. Sanki tüm karakterler bir gün toplaşıp tatile gitmişiz gibiydi.

CEREN : Benim için kendimden bağımsız, kaşının adetini ezberlediğimiz yüzler dışında başkalıklar görmek her zaman daha ilham verici.

Tam da Kadınlar Günü’nü kutladığımız Mart ayında sizi ağırlamış olmanın da keyfi bir başka. Her biriniz yıllardır ayakları üzerinde duran, adeta başarılara doyamayan oyuncularsınız. Projelerinize değinmeden önce kadın olarak iyi bir oyuncu olmanız size nasıl hissettiriyor?

AYÇA: İyi bir oyuncu sıfatını ismimin önüne koyduğunuz için öncelikle çok teşekkür ederim. Uzun yıllardır oyunculuk yapıyorum, konservatuardan gelen süreçten beri de bu mesleği elimden gelen en iyi şekilde yapmaya çalışıyorum. “Bu mesleğin içinde kendimi gerçekleştirip gerçekleştiremediğim” sorusu ise kendime çokça sorduğum bir soru aslında. Yapmak istediklerimin ne kadarını yapabilip, canı gönülden bir mutluluk ve iç rahatlığıyla başımı yastığa koyduğum, uzun yıllar kadın odaklı metin eksikliğinden muzdariptim açıkçası. Özellikle tiyatroda kadını merkeze oturan metin sayısının oldukça az olduğunu görüyordum ama son on-on beş yılda çağdaş tiyatro metinlerinde de sinemada da ve televizyonda da bu durum daha avantajlı bir hale geldiği ve kadın hikayelerinin artık daha ilgi çekici bir yerde olduğunu görebiliyoruz.

CANSU: Bana gelen mesajlar ya da sokakta aldığım geri dönüşlere baktığımda, ne çok kız çocuğuna ilham olabildiğimizi görüyorum. Tek başına bilmediğin bir şehire gelip ülke değiştirdiğimi, evimden, alışkanlıklarımdan hayallerimin peşinden gitmek için vazgeçtiğimde, kaç tane kız çocuğu içindeki o güce tutunup bu yoldan gitmeyi seçtiğini gördüm. Ne mutlu bana, bir kadın olarak bu yolda başka kız çocuklarına da ilham olabilmişim diyorum.

CEREN: Her mesleğin kadın olmaya uyguladığı şiddet gibi oyunculuğun da var elbette böyle bir direnci. Bu işi meslek edindiğimden beri özenle, ağırlığı kadınların oluşturduğu projelere yöneldim, iştirak ettim. Çok şükür ki sekmedim. Özellikle kirli sepetinde hoşuma giden bir diğer konu da tam bu aslında. İşlerde kadın başrol olması ya da bir hikayenin odağı o kadının/kadınların olması değil, üretilen şeyin yazanının, prodüktörünün, yönetmeninin, set ekibinin kadınların oluşturduğu bir topluluktan oluşması kadim olan. Biz işte tam da böyle bir setiz, anlattığım şeyi başka birinden okusam ağzım sulanırdı bakın. Yoksa zorluk hep var.

Özellikle yıllardır oyunculuğunuzla gıpta edilen bir isimsiniz Ayça Hanım. Kadın olmanın mesleğinize yansıdığı hangi zorluklarla mücadele etmek zorunda kaldınız?

AYÇA: Oyunculuk zaten zor bir meslek. Anne olduktan sonra mesleğimle ilgili çok daha zorlandığım dönemler oldu. Hala da öyle. Çünkü ana akıma iş çektiğiniz zaman hayatınızın çoğunu sette geçirmeniz gerekiyor ama bir denge de kurmanız gerekiyor. Çocuklarınız, aileniz, önceliğiniz var ve o zaman işte o 7 gün 24 saat maalesef yetmiyor. Orada biraz anne oyunculara pozitif ayrımcılık yapılması gerektiğini düşünüyorum açıkçası. Eğer evde de sizin hayatınızı ve evdeki iş bölümünü sizinle birlikte paylaşmayan bir partneriniz yoksa o zaman işler daha zorlaşıyor. Ben o konuda çok şanslı bir insanım. Hayatımda hem işimi anlayan hem de evdeki yükümü hafifleten bir hayat arkadaşım var ama hangi mesleği yaparsa yapsın kadınlar genelde sorumluluğu ve bütün o iş yükünü üzerine alıyor. Özellikle bizimki gibi çalışma saatlerinin çok uzun olduğu mesleklerde bunu beraber yürütmek gerçekten zor. Hatta çok zor.

Gelelim şimdilerde üçünüzün birlikte başrollerini paylaştığınız Kirli Sepeti dizisine. Nasıl oldu bu proje ile buluşmanız? Bu kadar ilgi göreceğini, her eve konuk olacağınızı tahmin ediyor muydunuz?

AYÇA: Med Yapım senaryoyu ilk gönderdiğinde okudum ve gerçekten çok beğendim. Senaryonun en ilgimi çeken tarafı aşağıdakiler-yukarıdakiler hikayesini bu şekilde “aşağıdakiler” tarafından anlatan, kadının derdini de dert edinen bir tavrı olması oldu. Zaten senaryoyu okur okumaz Songül’ü oynamayı çok istedim. Aşağıdakileri de çok gerçek bir yerden temsil ediyordu. Açıkçası ilk tanıtımı izledikten sonra da kendi kendime ilk düşündüğüm şey bu oldu, biz her eve konuk oluruz dedim.

CANSU: Ne yalan söyleyeyim aslında senaryoyu ilk okuduğumda çok emindim Kirli Sepeti’nin ilgi göreceğinden. Çünkü bu üç kadının hikayesini, gelişimini, dönüşümünü hayatta kalma çabalarını çok güzel ele alıyoruz. Ben de üzerinde düşündüğümde aslında bu tarz yan derdi olan, hayatın tam da içinden, hepimize dokunan dertleri ile dert edinmiş karakterleri izlemeyi özlediğimizi fark ettim. Bir başka önemli olay ise ülkemizde birçok üstü kapatılan kadın cinayetlerinin de kaleme alınmış olmasıydı.

CEREN: Bütün bileşenleriyle evet bu işte olmak istiyorum dedirtmek için duruyordu orada. Hikayesi, karakterleri, söylediği sözü, söylemediği sözü, yönetmeni, prodüktörü, castı, senaryo yazarı ve iki omuz kadınıyla. Seyirci sever mi sevmez mi kısmını kestirmek son yıllarda çok zor, vahşi bir sezonlar dizisi pandemiden sonraki dönemler. O yüzden çok mutluyuz karşılık görmekten.

Dizide de hayatta kalmaya çalışan, bu yolculukta neredeyse her taşın altına elini koyan, emek vermeye devam eden kadınları izleyiciyle buluşturuyorsunuz. Rollerinize nasıl bir süreçten geçerek hazırlandınız ve hazırlanıyorsunuz? Songül’ün, Hayriye’nin ve Medine’nin yaşam mücadeleleri hiç de kolay değil.

AYÇA: Senaryoda, bu coğrafyada yaşayan neredeyse her kesimden kadının yaşadığı zorluklar ve mücadeleler var. Ben aslında senarist ve yönetmenlerimizle ortak bir paydada buluştuktan sonra kendimi rol kişisine bırakır, orada da bulurum yolumu. Songül aslında bu toplumda o kadar tanıdık bir karakter ve birçok açıdan maalesef de diyebiliriz ama önümüzde Songül gibi o kadar çok gerçek örnek var ki o yüzden Songül’le birbirimizde yolumuzu rahat bulduk diyebilirim.

CEREN: Uzak olduğum bir dünya değil Hayriye’nin dünyası. Garibanlık omurgamızda var. Ama bu denli kimsesiz bir kadının her şeye rağmen neşeyi seçmesi üzerine biraz çalıştım, babama benziyor biraz bu konuda Hayriye, ondan ilham aldığım oldu. Kadın dayanışması anlarında sınıf tanımazlık, namus ve kişiye diretilen o başın yerden kalkmayacak bilgisi, yerleri pamuklu bezin viledaya göre daha iyi temizlemesi, hepsi ama hepsi patır patır çıktı karakteri ayaklandırırken.

CANSU: Tabii ki en önemlisi gözlem yaparak. Ayrıca bana önerilen iki film vardı, onlar da bana Medine’yi hissetme ve anlama konusunda yardımcı oldu. Medine; kırılgan ve güçlü kalıpları olan, bir krizin içinden kardeşi uğruna kendinin bile belki de farkında olmadığı koruma içgüdüsü ile sıçrayan, gücünü keşfeden, naif ama bir o kadar da sezgileri güçlü olan bir kadın. Medine’nin hayatta kalma çabası görmeye çok alışık olmadığımız bir karakter. Bazen izlerken ben de bazı krizlerin içinden bu cümleler nasıl çıkar, bu gücü nasıl elde edebiliyor dediğim durumlara tanıklık edebiliyorum. Medine’nin şansına kendisinde olmayan Hayriye’de ve Songül’de olanı bulunca üçü de aslında birbirini tamamlıyor diyebilirim. Biraz da o yüzden birbirinin gücüne dayanan üç güçlü kadın diyebiliriz.

Özellikle Hayriye tam bir kaos kadın! Hem o kadar güzel şiveli konuşuyor hem de o kadar güldürüyorsun ki izleyiciyi, şahane bir performans gerçekten! Karaktere bu kadar birebir sadık kalmaya çalışırken zorlandığın oluyor mu hiç?

CEREN: Şive konusundan emin değilim ama teveccühünüz. Hayatımda hiç şive çalışmadım, en çok onda zorlanıyorum, renkli bir karakter gördüğümde zaten bağır çağır bir oyuncuyum. Bir de şiveyle onu taşıyacağım yer, bir sürü kişinin kulağının tırmalandığı yere denk gelir mi diye kaygılandım, hala da öyle. Ki set dinamiğinde bazen kaygılar gerçek olabiliyor. Ben elimden geldiğince kendimden korumaya kollamaya çalışıyorum Hayriye’yi tabii. Çok sevdiğim, güldüğüm biri Hayriye, öncelikle ben sevmede kalayım istiyorum.

Kocaman bir ekip sayesinde çıkıyor bu güzel iş ortaya. Nasıl bir set ortamınız var? Beraber çektiğiniz sahneler de oldukça fazla değil mi?

AYÇA: Güzel insanlarla çalışıyorum çok şükür ki. Set ortamında huzurlu, neşeli ve en önemlisi de disiplini oyuncularla birlikte olabilmek çok önemli. Birlikte çok uzun zaman geçiriyoruz. Arkadaşız, sohbet ediyoruz, gülüyoruz, dertleşiyoruz. Bunlar da çalışırken bana iyi geliyor.

CEREN: Setimiz olağanüstü bir içtenlikte, bayılıyorum bu duruma. Set grubundan ışık grubuna herkes gelen bölümü okuyup, değerlendiriyor mesela. Öyle ki bu bölüm dış, gece, çok gibi kendi kaderlerini ilgilendiren yerden değil üstelik; Ayşe Fatma’ya şunu diyor, oysa bunu falancaya da demişti gibi hikayeye bağlı bir yerden, ben bunu ilk kez görüyorum bir ekipte. Keyfimiz çok yerinde o yüzden, hemen hemen bütün birimlerce ilk bölümden beri bir arada olmanın getirdiği, görmediğinde özleme duygusuna kadar ne ararsanız var bizde ekipçe. Bir de şu sabah erken setleri olmasa, pamuk gibiyiz…

CANSU: Evet tam da öyle, yönetmenimiz Ece Erdek ve Azime Kanal Kuzuahmetoğlu ve tüm ekip arkadaşlarımız sayesinde her hafta bir sinema filmi uzunluğunda dizi çekiyoruz. Ve gerçekten üstün performans sergiliyor herkes. Nazar değmesin, çok gülüyoruz çalışırken.

Biraz da geçmiş projelerinize değinmek istiyorum. Her biriniz zaman içerisinde şahane işlere imza attınız, kendinizi geliştirmeyi hiç bırakmadan başarılara koşmaya devam ettiniz. Gerçekten bravo! Özellikle uzun saatler ve aralıksız çalışılan günlerde mesleğinizi bırakmayı düşündüğünüz oldu mu hiç? Malum insan yılmış hissedebiliyor, aşırı yorgun düşebiliyor…

AYÇA: Yıllardır devam eden yoğun bir tempo var tabii ki hayatımda, özellikle uzun saatler ve aralıksız çalışma günleri beni de tabii ki aşırı yorgun düşürdü, düşürüyor. Aksi mümkün değil zaten hepimiz insanız. Çocuklardan sonra özellikle çalışma saatlerimi, günlerimi onlara göre organize etmeye çabalıyorum. Ana akıma dizi çekmek kimse için kolay değil ama bu da işimizin bir parçası. Televizyon dışında başı sonu belli olan dijital projeler ve sinema filmlerini daha çok tercih ediyorum. Ama dediğiniz gibi evet, bazen yıldığım, çok yorgun düştüğüm günler, haftalar oldu ama asla mesleğimi bırakmayı düşünmedim çünkü ben oyuncuyum. Oyunculuk sanatını da sadece televizyonda icra etmiyorum. Yani bu yorgunluğu belki televizyon özelinde konuşabiliriz ama tiyatro sahnesi benim asıl evimdir ve orayı ölene kadar bırakmayı düşünmüyorum.

CEREN: Hissetmemek anormal olurdu, sağlıklı olan zaten o sırada orada dayanamadığını bilmek, ben bunu çok geç anladım. Dayanabilme eşiğimi sonsuza çıkarırken pat diye çarptı. Kimsenin işine yaramayacak bir sen, kendi işini de zaten yaramayacak hale gelince geçmiş olsun. Setler kendini korumayı da öğrenme yeri kesinlikle.

CANSU: Ben tam olarak 4 seneye yakın ana akıma iş yapmadım. Yurt dışında konuk olduğum işlerim oldu sadece. Oğlum 3 yaşına girince, kalabalık kadrosu olan güçlü bir işe dahil olmak isterim demiştim hep. Tam da dilediğim gibi bir proje gelince dört kolla sarıldım. Sorgulamadan, yorulmamayı seçmeden gidiyorum sete ama dürüst olmak gerekirse gerçekten yorucu. Sevmeyen ve özlemeyen yapamaz bence. Bana bu dört sene ara iyi gelmiş, onu anladım. Ama belki ana akım yerine sinema filmi veya dijital işler tercih edilebilir. Enteresan bir şekilde bu temponun iyi geldiği zamanlar da oluyor tabii.

Özellikle Ayça Bingöl gibi bir isimle aynı sette çalışıyor olmak, ondan çok şey öğrenmek için iyi bir fırsat. Bunu değerlendirecek vakit bulabiliyor musunuz ve en önemlisi kendinizi bir okulda gibi hissettiğiniz oluyor mu?

CEREN: İnsana dair bir şey üretirken herkesi seyretmek, Ayça’nın disiplinini, karakterini örerken o aşkın direncini görmek gerçekten çok eğlenceli. Okul hiç bitmiyor ki, bittiği yerde aktörlük de biter zaten bana kalırsa. Bu işi okul gibi algıladığınızda ışık kamyonunu kullanan ağabeyden itibaren öğreneceğiniz bilgi sonsuz.

CANSU: Tabii ki oluyor, olmaz olur mu hiç. Bayılıyorum Ayça’ya. Disiplinli olması ve çalışkanlığı inanılmaz. Bir de evde ikizleri var, işte o zaman daha da hayran oluyorsunuz, enerjisi hiç bitmiyor.

Dünya çapında izlenen işlerde birlikte yer aldığınız biri olan Luc Besson filmi Anna’da yer aldın. Bu tarz işlerde bir türk oyuncu olarak yer almak size neler hissettiriyor? Devam etmeye dair hayalleriniz var mı?

CANSU: İnanılmaz bir deneyimdi, hayallerimin her zaman evrensel ve zamansız olduğunu da görmüş oldum. Yıllar sonra da insanların severek izleyebilmesi, dünyada gösteriliyor olması bana çok heyecan verici geliyor. Luc Besson hep hayalimdi, filmin açılış sahnesinde olmak da sürpriz oldu bana. Hala inanamıyorum diyebilirim. Halo projesi de aslında şöyle gelişti; bir gün maillerime baktım, o zamanlar Avrupa menajerim yoktu. Beni bir platformdan keşfettiklerini yazmışlar. Sonrasında da görüşmelerimiz başladı. Şimdi ise her izlediğimde wow diyorum. Çok şükür, evrensel olalım daha ne olsun! Şimdi Marsel annesinin bir kahraman olduğunu izleyince, çok gurur duyuyor. O projeyi onun için yapmışım sanki.

Zamanında her birinizin oyunculuğunun zirve yaptığı projeler mutlaka olmuştur. Bizce Ceren’in Avlu, Cansu’nun Kayıp Şehir, Ayça’nın ise Öyle Bir Geçer Zaman Ki. Peki sizce hangi proje ve rolleriniz bugün sizi siz yapmanıza en büyük katkıyı sağladı?

AYÇA: Öyle Bir Geçer Zaman Ki, beni herkesin tanımasını sağlayan projedir. Orada çalıştığım hem kamera önü hem de kamera arkası tüm ekip, herhalde meslek hayatımdaki en büyük şansımdı. Enteresan olan da şudur, hep de bunu söyledim, Cemile’nin öncesinde de sonrasında da hep ben aynı oyuncu Ayça’ydım aslında ama böyle muhteşem projelerde algılar değişiyor tabii ben de bunun keyfini çıkardım, çıkarmadım değil. Her zaman bende yeri çok ayrıdır o projenin.

CANSU: Zor bir zoru geldi 🙂 Aslında benim için her rolüm öyle oldu ama evet Kayıp Şehir unutulmazdı. Çok gerçek, güçlü bir projeydi ve zamansız bir işti. Bugün açıp izlediğinizde size aynı yerlerden dokunabiliyor. Zamanla her biri bir öncekinin üstüne çıktı deneyim olarak.

CEREN: Hepsi bebeğim ama şu işim diyeceksem O Hayat Benim projesindeki Efsun ve Avlu’daki Azra oldu. Çok severim o iki kızı.

Dizilerinizin yanı sıra sinema kolunda da işleriniz bir hayli güçlü. Sinemanın sizdeki yerini tarif etmenizi rica etsek.

AYÇA: Aslında sinemayla daha sıkı bir ilişkim olsun isterdim. Şu ana kadar oynadığım filmlerden çok daha fazla filmde oynamış olmayı hayal ediyorum. Özellikle art house filmlerde olmayı çok istiyorum ama bağımsız sinema oyuncu seçimlerinde maalesef ekran yüzlerine biraz mesafeli davranıyor. Yine de her şeye rağmen bugüne kadar çok güzel filmlerde yer aldım ama bir oyuncu olarak da hala iştahımı doyurabilmiş değilim açıkçası sinemayla ilgili.

CANSU: Sinema perdesinde bir film seyretmek çok başka, büyüleyici bir durum. O kadar insanla aynı salonda aynı duyguları paylaşmak. Sinema kalıcı ve derinliklidir. Bazı filmler vardır yıllar sonra açıp açıp tekrar izlersin. Hiç gitmediğin yerleri perdeye taşır. Sinema bence bir büyü. Bazen de sizin kendinize olan yolculuğunuzda size rehber ve arkadaş olur. Yani ruhunuza dokunur.

CEREN: Hayatım boyunca hem seyircisi hem hizmetkarı olacağım sinemanın. Daha çok heyecan duyduğum çok az şey var, hatta sanıyorum yok.

Pandemiden sonra hepimizin hayatında evrimleşme süreci başladı sanki. Dijitalleşme öyle bir artışa geçti ki ayak uyduramayanlar yavaş yavaş sistem dışı bırakılacakmış gibi bir hisse kapılır olduk. Haliyle dijital platformlardaki yapımlar da müthiş bir hızla artıyor. Bu dünya hakkında sizin düşüncelerinizi merak ediyorum. Bu taraftaki aktif işlerde yer almak hedefleriniz arasında mı?

AYÇA: Dijitalleşme derken kastettiğimiz pay TV, İnternet ise evet o tarz işler içinde oldum, olmaya da devam edeceğim. Ama bir taraftan sosyal medya konusunda da açıkçası çağa daha fazla ayak uydurmak ve her mecrayı daha doğru kullanmak için çaba harcadığımı söyleyebilirim. Biraz daha aktif ve onu işimizin parçasının haline getirmek istiyorum.

CANSU: Evet var. Bana çok heyecan verici geliyor. Başı ve sonu belli olan, dinamiğini baştan öğrendiğin bir iş oluyor dijital işler. Ana akım dizileri ise her hafta reytinglere göre değişiyor, dijital işler ise daha sinema filmi tadında oluyor oyuncu için. Biraz daha rahat olabiliyorsun anlatım dilinde, daha özgür. Bu yüzden daha yaratıcı ve heyecan verici hissediyorsun bence.

CEREN: Dijital evreni yine bu koordinatlara gelince seri üretimleşti bana kalırsa, ana akım ve dijital oyuncusu diye bir şey bile oluştu. Ezberi çok şükür hiçbir yerde bozmuyoruz, öpüşme süresi biraz daha uzunsa dijital, daha azsa ana akım olmaya az kaldı. Platformların, üreten ekipleri koca bir pazarda nerede hangi işlevde gördüklerine göre değişiyor dijital işlerin ülkelere göre niteliği bir hedef olmanın ötesinde.

Peki bundan sonrası için kısa vadede neler planlıyorsunuz? Oyunculuğunuza dair kendinize yaptığınız yatırımlar merak konusu.

AYÇA: Şu anda kısa vadede en çok planladığım şey çocuklarla daha çok vakit geçirmek aslında. Önce onlarla iyi bir yaz tatili deneyimlemek istiyorum sonrasına da sonra bakacağız artık.

CANSU: Bol bol tatil diyebilirim. Oyunculuğa dair de bazı planlarım var, mesela kendi projelerimi üretmeye devam etmek, sıfırlanmak ve yenilenmek istiyorum. Galiba önceliğim biraz ruhumu, bedenimi dinlendirmek.

CEREN: Olabildiğince workshop, dünyayı gezmek ve hep izlemek elbette dinleyerek.

Son olarak uzun yıllardır emek verdiğiniz mesleğinizi, bugün dönüp baktığınızda layığıyla sergileyen kadın oyuncular olarak; bu işe gönül vermek isteyen yeni oyuncu adaylarına ne gibi tavsiyeler vermek istersiniz? Malum yeni nesil biraz aceleci, kısa sürede iyi sonuçlar elde etmek istiyor ve tahammüller eskilere göre daha az.

AYÇA: En başta söyleyebileceğim şey, kendilerini farklı alanlarda geliştirmeleri gerektiği. Felsefe ve psikoloji okumaları gerekiyor. Çalışmaları, özellikle bedenlerine iyi bakmaları gerekiyor. Bu meslekte disiplin ve istikrar çok önemli. Elinize bir şans geldiğinde onu en iyi şekilde değerlendirebilmek için her zaman hazır olmanız gerekiyor. En önemlisi de galiba hayata dair dayanıklılığı arttırmak, geliştirmek gerekiyor. Bunu meslekle de paralellendirebilirsiniz hem mesleğe hem hayata. Çünkü hiçbir şey kolay değil. Her şey için çaba gerekiyor. Çaba olmadan ve şans eseri olmuyor. Hiçbir şey tesadüf de değil. Tüm başarıların arkası dolu. Bir takım istikrarlı ve disiplinli çalışmalar sonucunda geliyor o başarılar. Kesinlikle tesadüf değil.

 

 

What do you think?

Tırnak Randevum Var!

Erkekler İçin Yoga Rehberi