CEMİL İREZ CREATİVE ART DİRECTOR/ HAİR STYLİST

Saç tasarımında harikalar yaratan çok yetenekli bir sanatçı var karşımızda. Küçük yaşlarda saçlara dokunmaya ve onlara hayat vermeye başladı. Bir meslek olarak değil, yaşayan bir sanat olarak işini çok sevdi. Saça şekil vermek değil, bir iz bırakmak üzerine kurulu bir hayat tarzını seçti ve bugün ülkemizin en değerli saç tasarımcılarından biri. 'Saç tasarımı bir meslekten öte, bireyin kendini yeniden tanımladığı felsefesidir' diye yola çıkarak gelen herkese başka bir dünyanın kapılarını açtı. Her saç, sahibinin hikâyesini anlatan bir imzadır diyerek de bu sektöre kendi imzasını atmış bir isim. İçsel dünyası ile ve spiritüel çalışmalarıyla da çok sevilen yakışıklı Cemil İrez, değişimin fiziksel değil, psikolojik bir süreç olduğunu da vurgulayarak çalışmalarını sürdürüyor.
Röportaj : Mukaddes Kaya
Çalışma hayatına nasıl başladın, kaç yıldır sektörün içindesin?
Çalışma hayatım bir keşif yolculuğuydu. Küçük yaşlarda, ellerimi kullanarak bir şeyler üretmenin büyüsünü keşfettim. Elektrik tamirinden mobilyaya, motosikletten televizyona kadar birçok farklı iş denedim. Ama hiçbiri, bir insanın aynaya baktığında kendini yeniden keşfetmesine tanıklık etmek kadar güçlü bir his yaratmadı. 30 yılı aşkın süredir saçlara dokunuyorum. Bu sadece bir meslek değil, yaşayan bir sanat. Saçları keserken, şekillendirirken ya da renklendirirken aslında bir dönüşüme eşlik ediyorum. İnsanların kendilerini en güçlü, en özgüvenli hissettikleri ana tanıklık etmek benim için her şeyden daha değerli. Mersin’de başlayan bu yolculuk, İstanbul’da şekillendi, dünyaya açıldı. Moda haftalarından defilelere, televizyon ve sinema projelerine kadar uzanan bu serüvende, sadece saçları değil, nesilleri birbirine bağlayan hikayeleri de şekilleniyor. Anne, kız, torun ve bazen torunun çocuğuna kadar uzanan bir dokunuş… Kuaförlük benim için sadece saç renklendirmek veya kesmek değil, zamanda bir iz bırakmak. Ve her yeni tasarımda, her yeni dokunuşta bunu bir kez daha hissediyorum.
Çekirdekten yetişme diye bir tabir vardır, buna inanıyor musun?
Bir meslek içine doğulmaz belki ama içinde büyütür. Çekirdekten yetişmek, yalnızca eli eğitmek değil, gözü keskinleştirmek, sezgiyi güçlendirmek, insanı anlamayı ve en önemlisi, iyi dinlemeyi öğrenmektir. Çünkü iyi bir kuaför, kesmekten önce bakmayı, şekillendirmekten önce hissetmeyi, değiştirmeden önce dinlemeyi bilir. Saç, insanın geçmişiyle geleceği arasındaki ince bir çizgidir. Bazen eskiyi geride bırakmak, bazen yeni bir benliğe adım atmaktır. Önemli olan, sadece değişimi yaratmak değil, ona yön vermektir.
Saç tasarımı bir sanat dalıdır diyebilir miyiz o zaman?
Sanat, bir ifade biçimidir. Bir heykeltıraş mermeri işler, bir ressam renkleri tuvale döker; kuaför ise zamana ve insana şekil verir. Ama saç sanatı farklıdır. Bir tabloyu tamamladığınızda çerçeveye asarsınız ama saç sanatı yaşamaya devam eder. Değişir, dönüşür, hareket eder. Saç, sadece kesilen ya da şekillendirilen bir materyal değildir. Bir kimliğin tamamlayıcısı, bir karakterin yansıması, bir ruh hâlinin dışa vurumudur. Bazen bir isyan, bazen bir özgürlük manifestosu, bazen de geçmişten silinmek istenen bir izdir. Bir dokunuş, sadece bir stili değil, bir hissi yaratır. O yüzden saç tasarımı bir meslekten öte, bireyin kendini yeniden tanımladığı bir sanattır. Çünkü her saç, sahibinin hikâyesini anlatan bir imzadır.
Yeni trendleri nasıl takip ediyorsun? Kişiye özel tasarımlar için nasıl bir çalışma şeklin var?
Trendler, sadece moda haftalarında ya da podyumlarda doğmaz. Onlar, insanların ruh hâlinde, dönemlerin enerjisinde ve değişim cesaretinde saklıdır. Benim işim, bu değişimin nereye evrildiğini hissetmek ve ona yön vermek. Bir tasarım yaparken önce dinlerim, hissederim, gözlemlerim. Yüz hatları, saçın dokusu, kişinin tarzı kadar, o an ne hissettiği de önemlidir. Çünkü saç, sadece bir görünüş meselesi değil, insanın kendini nasıl ifade etmek istediğinin en güçlü aynasıdır. Bir kesim, bir renk, bir dokunuş… Hepsi, kişinin ruhunu tamamlayan detaylardır. Önemli olan, o kişiye ait ve zamansız olacak bir stil yaratmaktır.
Özellikle oyuncularla çalışmalar yapıyorsun, detayları nasıl anlatırsın? Yeni bir role hazırlamak gibi.
Oyuncularla çalışmak, sadece saç tasarlamak değil, bir karakterin ruhunu yaratmaktır. Saç, bir karakterin en güçlü anlatım biçimlerinden biridir; bazen onun cesaretini, bazen kırılganlığını, bazen de gücünü yansıtır. Bir oyuncuyla çalışırken, önce hikâyeyi dinlerim. Oynayacağı karakter kim? Nasıl bir geçmişi var, nasıl bir enerji taşıyor? Ardından oyuncunun geçmişteki tüm saç görünümlerini, yüz hatlarını ve saç dokusunu incelerim. Çünkü her detay, karakterin sahnede ve ekranda nasıl hissedileceğini belirler. Son dokunuşu yaptığımda, o sadece bir saç modeli olmaz; karakterin imzası hâline gelir. Saç, bazen bir hikâyenin başlangıcıdır, bazen de onun en çarpıcı finali.
Meditatif bir tarafın var. Meditasyon ve spiritüel dünya ile ilgili çalışmaların var. Size gelenlerin yaşam koçusun diyebilir miyiz?
Saç, bir insanın ruh hâlini en hızlı ele veren şeydir. Yorgunluk, mutluluk, değişim isteği… Her şey saçta okunur. O yüzden benim işim sadece bir stil yaratmak değil, o insanın içsel dönüşümüne eşlik etmek. Bazen bir kesim, geride bırakılan bir dönemin kapanışıdır. Bazen bir renk değişimi, yeniden doğuşun ilk adımıdır. Çünkü saçın hafızası vardır; anıları, hisleri taşır. Doğru dokunuş, sadece dış görünüşü değil, insanın enerjisini de yeniler. Benim işim makasla başlar ama değişim sadece orada bitmez. Asıl dönüşüm, insanın aynaya baktığında hissettiği şeydir.
L’Oréal ve Kérastase ile çok özel çalışmaların var. Bu iki büyük marka ile nasıl bir iş birliği içindesin?
Bazı iş birlikleri vardır, bir ürünü taşımakla başlar ama bir felsefeye dönüşür. Benim L’Oréal ve Kérastase ile yolculuğum tam da böyle. Bu sadece saçlarla ilgili değil, değişimi anlamak, güzelliği hissettirmek ve dokunduğun her insana bir hikâye bırakmakla ilgili. L’Oréal, yeniliğin cesareti. Sürekli değişen, sınırları zorlayan ve güzelliği yeniden tanımlayan bir vizyon. Her yeni renk, her yeni teknik, her yeni formül, benim sanatıma bir fırça darbesi gibi ekleniyor. Çünkü kuaförlük, sadece teknik bilgi değil, geleceği öngörme sanatıdır. L’Oréal Professionnel’in seçkin sanatçılardan oluşan Le Collectif ekibinin bir üyesi olarak, markanın vizyonunu ve yenilikçi yaklaşımını meslektaşlarıma ve öğrencilere aktarmaktan büyük bir onur duyuyorum. Bu iş birliği sayesinde, L’Oréal’in en yeni tekniklerini ve trendlerini workshoplar ve mesleki okullarda paylaşarak, sektördeki gelişime katkı sağlıyorum. L’Oréal, benim için sadece bir marka değil, aynı zamanda hayallerimi gerçekleştirmemde kullandığım enstrümanları sağlayan bir ortak. Kullandığım ürünler, tıpkı bir müzisyenin enstrümanları gibi, hayal ettiğim renkleri ve stilleri yaratmamı mümkün kılıyor. Bu iş birliği, mesleğime değer katıyor ve beni daha özel hissettiriyor. Ayrıca, L’Oréal’in sosyal sorumluluk projeleri ve sürdürülebilirlik konusundaki çalışmaları da benim için büyük bir ilham kaynağı. Markanın bu konudaki hassasiyeti, benim de işime ve müşterilerime olan yaklaşımımı şekillendiriyor. Bu nedenle, L’Oréal ile olan iş birliğim, sadece profesyonel gelişimime değil, aynı zamanda kişisel vizyonuma da büyük katkı sağlıyor. Kérastase, saçın ritüeli. Bir dokunuşun, bir kokunun, bir bakımın insanın kendine olan bakışını değiştirebileceğini anlatan bir marka. Sadece güzelleştirmek değil, hissettirmek. Çünkü saç, bir aksesuardan fazlasıdır. O, insanın hikâyesidir. Kérastase, saç bakımını bir bilim ve sanat olarak ele alıyor. Saçı bir aksesuar değil, bir kimlik olarak gören yaklaşımıyla her dokunuşun kişiye özel olması gerektiğine inanıyor. Bu yıl, yapay zekâ destekli analizlerle saç bakımında devrim yarattı. Artık bakım, genel çözümler değil, bireye özel formüllerle sunuluyor. Geleceği okuyor, saçın ihtiyacını önceden anlayarak ona en doğru bakımı veriyor. Ve Kérastase, sadece etkisiyle değil, dokusu, kokusu ve ritüeliyle de seni içine çekiyor. Saçına dokunduğunda sadece görüntün değil, hissettiklerin de değişiyor. Benim işim, bu iki dünyayı kesiştirmek. L’Oréal’in ilham veren yeniliği ile Kérastase’in mükemmeliyet tutkusu arasında, dokunuşlarımı bir imzaya dönüştürmek. Her saç kesimi, her dönüşüm, her renk… Sadece bir stil değil, bir ruh hâli yaratıyorum. Çünkü gerçek güzellik, hissedildiğinde başlar.
“Değişimden Korkma” sloganıyla salonuna gelenlere neler vaat ediyorsun?
Değişim, insan doğasının en temel ihtiyacıdır, ancak en büyük direnci de ona gösteririz çünkü alışkanlıklar güvenlidir, tanıdıktır. Değişim ise bilinmeyene açılan bir kapıdır ve bu kapıdan geçmek cesaret gerektirir. Bir saç kesimi ya da renk değişimi, dışarıdan basit bir dönüşüm gibi görünebilir. Ama aslında insanın kendine verdiği en güçlü mesajlardan biridir: “Hazırım. Yenileniyorum.” Salonuma gelen herkese şunu vaad ediyorum: Burada sadece saçını değil, içsel enerjini de yenileyeceksin. Çünkü değişim fiziksel değil, psikolojik bir süreçtir. Bazen bir makas darbesi, yılların yükünü hafifletir. Bazen yeni bir stil, zihindeki sınırları kırar. Ve unutma, değişimden korkmak doğaldır. Fakat asıl soru şu: Aynaya baktığında hâlâ aynı kişiyi görmek mi istiyorsun, yoksa kendinin yeni bir versiyonuyla tanışmaya hazır mısın?
Peki bu yıl saç modasında neler olacak?
Bu yılın en büyük trendi, kendine en yakın hissettiğin hâlin. Saç bir aksesuar değil, bir kimliktir. Nasıl hissettiğinin, nasıl görünmek istediğinin en doğal yansımasıdır. 2025’te moda bunu söylüyor: Kendini tanı, kendine yakışanı bul, modayı kendine göre şekillendir. Bu yılın rengi Mokka, sıcak, doğal ama derin bir tona sahip. Tenle uyum sağlayan, ışığa göre farklı katmanlar sunan, kişiye göre değişen bir renk ama her renk ve kesim herkese uymaz. Çünkü herkesin kendine ait bir kafa yapısı, çene formu, kemik yapısı, saç çıkış yönü ve cilt alt tonu vardır. Moda ilham almak içindir, kopyalamak için değil. Bir trendi olduğu gibi almak yerine, onu kendi yüzüne, enerjine ve yaşam tarzına uyarlamak gerekir. İşte asıl stil burada başlıyor.
Kesimler?
Çene hizasında net bob kesimler, güçlü ve modern bir ifade yaratıyor. Uzun katlı kesimler, saçın doğal hareketine uyum sağlıyor. Ama asıl mesele kesimin senin yüzünle, hatlarınla, enerjinle uyumlu olması.
Renkler?
Katmanlı, ışıkla değişen tonlar. Cherry Cola’nın sıcaklığı, altın yansımalarla yumuşayan platinler… Renk, sadece bir seçim değil, kişiliğin bir yansıması olmalı.
Stil?
Ufak ama büyük fark yaratan dokunuşlar. Birkaç doğal örgü, yüzü çevreleyen stratejik dalgalar, saçın kendi dokusuna en uygun şekillendirme… Görünüşünde sen varsın, başkası değil.
Ve asıl mesele şu: Moda gelip geçer ama kendini keşfetmek kalıcıdır. Bu yılın en büyük trendi, en iyi versiyonunu bulmak ve onu cesurca taşımak.
Kadınlara daha güçlü ve güzel olmaları için neler önerirsin?
Bir kadın aynaya baktığında sadece kendini görmez, hissettiklerini de görür. Saç bir çerçevedir; yüzünü, enerjini, ruh hâlini tamamlar. Bazen bir makas darbesi, sadece saçın boyunu değil, insanın kendine bakışını da değiştirir. Kadın, güçlüdür ama güçlü hissetmek, kendini en doğru şekilde ifade edebilmekle başlar. Saç, sadece bir stil değildir; bir duruş, bir seçim, bir özgürlük alanıdır. Rengiyle, kesimiyle, şekliyle kadının kendini nasıl görmek istediğini anlatır. O yüzden bir kadın saçını değiştirdiğinde, aslında iç dünyasında da bir şeyleri dönüştürür. Kimi zaman bir vedadır, kimi zaman yeni bir başlangıç ama her zaman bir karar anıdır. Çünkü güzel hissetmek, insanın kendine verdiği en değerli hediyedir.
Önerim ise, cesur ol. Kendini nasıl görmek istiyorsan, saçın da öyle olsun. Keskin hatlar, yumuşak geçişler, güçlü renkler ya da doğal dokular… Hepsi mümkün, yeter ki gerçekten seni yansıtsın. Güzel olmak için kimseye benzemeye çalışma. Moda, trendler, kalıplar değişir ama senin enerjin, senin ışığın her zaman özeldir. Saçınla, tarzınla, kimliğinle o ışığı ortaya çıkar. Kendini görmekten korkma, değişimden çekinme, cesur ol. Çünkü en güçlü kadın, kendini en iyi tanıyan kadındır. Ve en güzel kadın, kendini en çok seven kadındır. Ve unutma, kendini güçlü hissettiğinde, dünya da seni öyle görecek. Saçın, aynadaki en cesur imzan. Öyleyse onu en iyi versiyonunda taşı.
Kendi kariyerinde, değişimden korktuğun bir an oldu mu? Eğer olduysa, bunu nasıl aştın?
Kendi kariyerimde değişimden korktuğum anlar tabii ki oldu. Çünkü değişim, konfor alanından çıkmak, bildiğin yoldan şaşmak, bazen en baştan başlamak demektir. Herkes gibi ben de risk alırken tereddüt ettim, acaba doğru mu yapıyorum diye düşündüm. Yeni bir teknik denemek, farklı bir tarz yaratmak ya da bambaşka bir vizyon ortaya koymak istediğimde içimde hep bir soru vardı:Ya olmazsa? Ama her seferinde fark ettim ki, değişim, büyümenin tek yolu. Korku, aslında zihnin seni korumak için yarattığı bir yanılsama. Gerçek değişim, o korkuya rağmen ilerleyebildiğinde başlıyor. Cesur olmanın sırrı, “Ya başarısız olursam?” sorusunu “Bunu denemeden nasıl bilebilirim?” sorusuyla değiştirmek. Bugün dönüp baktığımda görüyorum ki, beni ben yapan şeyler, en çok korktuğum değişimlerin içinde saklıydı. Çünkü her cesur karar, beni bir adım ileri taşıdı. İşte bu yüzden “Değişimden Korkma” felsefesi sadece bir slogan değil, benim hayatımın özeti. Çünkü her korkunun ardında, seni daha güçlü, daha özgün ve daha özgür kılacak bir dönüşüm bekler.