




Uzun zamandır tanıdığımız bir isim ile beraberiz bu ay;
Barış Falay.
Karizmatik duruşunun arkasında müthiş duygusal bir adam yatıyor gibi. Çok uzun yıllardır oynadığı rollerle hepimizde hayranlık uyandıran bir imaja sahip.
Masmavi gözleriyle bazen hiç konuşmadığında bile ne demek istediğini anlatabilen bir adam.
Yepyeni projesi Ömer dizisine varıncaya dek tüm kariyer yolculuğunu masaya oturttuk. Geriye dönüp baktığımızda ne kadar başarılı işlerde yer aldığını görmek ise bir kez daha gururlandırdı bizi. Tüm bu güçle ve sağlam imajından aldığımız ilhamla harika bir çekim gerçekleştirdik, siz de bayılacaksınız!
RÖPORTAJTUĞÇE ORÇUNUS
FOTOĞRAFELİF DEMİRALP
STYLINGECE ŞİŞİK
SAÇMUTLUAHMET SİNAN
MAKYAJHİDAYET KORKMAZ
VİDEOÜNAL AVCI
DİJİTAL İÇERİK DİREKTÖRÜTUĞÇE ORÇUNUS
DİJİTAL İÇERİK EDİTÖRLERİNAYMAN BATIMOR,
KEZBAN BELET, HAMİYET AKTAŞ
ÖMER DİZİSİ BASIN İLETİŞİMGÜLBAHAR KARAKUŞ
Hani bazı insanları ilk gördüğünüzde size hiç yabancı gelmez ya, sizde de öyle bir his var. Her ne kadar sizi çok uzun yıllardır tanısak da ilk görüşte insana yakın hissettiren farklı bir duygu bu. Bunu samimi duruşunuza mı borçluyuz dersiniz?
Eğer gerçekten böyleyse bunu en başta aileme, sonra yetiştiğim çevreye borçlu olabilirim. Ayrımların olmadığı, saygının önde olduğu bir ortamda yetiştim. Yok birbirimizden farkımız, olsa olsa birbirimize aynayız bence.
İlk çıkışınız Aliye dizisiyle olmuştu, herkesin hafızalarına kazınan Müco karakteriyle. O zamanlara dönüp baktığınızda neler hissediyorsunuz? Upuzun bir yolculuk sizinki.
Evet, uzun yolu seçenlerdenim. Tiyatro eğitimi almak, basamakları teker teker çıkmak gibi. Ne kadar mantıklı bilmiyorum, bizim sektör sadece bu dinamikle ilerlemiyor bence ama benim bildiğim yol buydu. Dönüp baktığımda da evet bildiğim yolu ve zor olanı seçmişim. Sıkıntılarıyla beraber de keyiflerini bulmuşum diyorum.
Aliye’den sonra yayın hayatına başlayan Ezel dizisindeki Kerpeten Ali rolüyle de adeta kariyerinizdeki yükseliş başladı diyebiliriz. Bu rolünüz ile ‘En İyi Erkek Oyuncu’ seçildiğinizi hatırlıyorum. Bekliyor muydunuz böyle bir başarı?
Belki de mecburdum, ‘başarıya’. Oğlum doğmuştu, altı aylıktı ve bir şekilde yaptığım işleri başarmak zorunluluğu daha da öne çıkıyordu ki oyunculuğu da benim oturttuğum taban. Eğer ilerlemek istiyorsanız çok çalışmak, çok çalışmak, çok çalışmak gibi bir temele dayandırıyorum.
İki diziye de baktığımızda daha maço tavırlar sergileyen roller olduğunu görüyoruz. Bu bir benzerlik mi yoksa oyunculuğunuza yakışan tatlı bir imaj mı diyelim?
Bence denk gelmesi ile alakalı. Yoksa Aliye’ye kadar Türkiye’de sarışın, mavi gözlü bitirimleri çok sık görmedik gibi geliyor bana. O denk geldi. En başta Aliye’de Müco. Kendimi tekrar etmek istemediğim için en başta Ezel’e mesafeliydim ama projenin kendisi yeterince büyüleyiciydi. Dolayısıyla bana düşen tek şey görev alanımı çok çalışarak keyifli hale getirmek. Ben de elimden geleni yaptım.
2013’te adeta herkesin ekrana kitlendiği Medcezir dizisindeki Selim Serez rolüyle gönüllerde bir kez daha taht kurdunuz. Harika bir baba, güçlü bir avukat, örnek bir eşi canlandırdığınız için size ve oyunculuğunuza hayran kalmamak mümkün değildi. Medcezir’i ve müthiş kadrosunu bir de sizden dinleyelim mi? Nasıl bir tecrübeydi?
Evet, Medcezir bir yönüyle yakıştırılan o maço imajı yıkmak için de bir şanstı. Keza Ya Sonra filmi için de aynı şey geçerli diyebilirim. Proje güçlü olduğu zaman sizin kendinizi gerçekleştirebilme olasılığınız daha da artıyor. Güzel, birbirine bağlı, çalışmaktan zevk alan bir ekipti Medcezir ekibi de. Onlarla çalıştığım için de mutluyum.
Paramparça’daki rekabetçi ve hırslı Harun Erguvan rolünü atlamak olmaz. Harun ile Barış’ın benzer yönleri var mı, merak ediyoruz.
Hiçbir oynadığım karaktere çok da benzetmiyorum aslında kendimi. Çok da tercih ettiğim bir şey de değil bu. Oyunculuğu biraz başka biri olabilme sanatı olarak görenlerdenim. Bu yüzden de uzun yolu seçtim diyorum. Türk dizi sektöründe çok da öne çıkan bir durum değil bu. Daha çok kendi ismini marka yapmaya çalışanların önünün açık olduğu, daha rahat ilerleyebildiklerini düşündüğüm bir yol var Türk dizi sektöründe ama ben uzun yolu seçtim. Dolayısıyla ne Harun Erguvan’a, ne Selim Serez’e, ne Kerpeten Ali’ye, ne Müco’ya çok da benzetmiyorum kendimi ama tabii ki duygusal zorunluluklarını kendi dünyamdan çıkarıyorum doğal olarak.
Pandemiyle beraber hayatımıza giren, Fransız yapımı Call My Agent’tan uyarlanan Menajerimi Ara dizisi de dijitalde yayınlanan en güçlü yapımlardan biriydi ve siz yine tüm ihtişamınızla karşımızdaydınız. Dijitale iş yapmanın Türk dizi setlerinden ne farkları var?
Menajerimi Ara’nın orjinal formatı dijitaldeydi ama biz ana akıma çektik Star TV’ye. Ben platform diye ayıranlardan değilim. Dijital ana akım, sinema çok da büyük farklar yok bence aralarında. Ben hikayenin güzelliğine inanıyorum. Eğer, o hikayenin içinde bana önerilen rolü gerçekleştirebileceğimi düşünüyorsam, bir şekilde o kapıdan içeri giriyorum. Sonra da çalışıyorum, çalışıyorum ve çok çalışıyorum.
Bundan sonra daha çok dijital üzerindeki projelerde mi yer almayı istersiniz?
Özellikle dijital diye bir tercihim yok. Evet dijitalin çalışma süreleri konusunda oyuncuya getirdiği daha büyük bir konfor söz konusu ama öyle bir ayrımım yok.
Peki tiyatroyla aranız nasıl? Bildiğim kadarıyla Ankara Üniversitesi Tiyatro Bölümü mezunusunuz.
27 yıl tiyatro sahnesine çıktım. Arasız, 3 ya da 5 ayrı oyunla her yıl 100 temsille sahneye çıktım. Fakat 17 yıl çalıştığım Kocaeli Şehir Tiyatroları, dönemin genel sanat yönetmeni ve Büyükşehir Belediyesi’nin benimle çalışmayı çok tercih etmediğini anladığım zaman bir tercihe zorlandım ve bırakmak durumunda kaldım. İyi oyun olursa her zaman yapmaya hazırım.
Zaman zaman çok yorucu tempoya girdiğinizi düşünüyorum. Yoğunluk içerisinde sıkıştığınızda, nefes almak istediğinizde neler yapmayı tercih ediyorsunuz?
Ailemle ve dostlarımla keyif yapmayı seviyorum. Zaman zaman bir yerlere gitmek, tatile çıkmak. Zaman zaman evlerde sohbetlerle dostlarımla vakit geçirerek rahatlamayı seçiyorum. Oyuncunun konfor alanında çok da unique üretimlerde bulunabileceğine inananlardan değilim. Bu sıkışmışlık, zaman zaman iyi şeylere de neden oluyor. Bu dizi süreleri uzun olsun anlamından söylediğim bir şey değil kuşkusuz.
Mesela şimdilerde de böyle bir yoğunluğun içinde olmalısınız çünkü yepyeni bir yolculuğa başladınız, Ömer! Güçlü bir baba, dik duruşunun arkasında müthiş duygusallığa sahip olan bir dede rolüyle ekrandasınız. Nasıl kesişti yolunuz bu projeyle?
Enteresandı, kendimi dede olarak düşünemiyordum doğrusu. Ne bedenimi, ne ruhumu buna göre hazırlamamıştım. Ama Reşat çok genç yaşta baba ve dede olmuş biri. Aslında kendi yaşımdan birkaç yaş büyük birini oynuyorum. Oyuncunun kendini dinamik tutması gerektiğine inanıyorum bir yandan. Bir yandan da insanın hareket etme zorunluluğuna inanıyorum. O yüzden sporu genelde aksatmıyorum ama hikayeyi sevmem, hikayenin birleştirici tarafına inanmam, Cem Karcı gibi başarılı bir yönetmenin bu projeyi çekecek olması, işlerini titizlikle yürüttüğünü gözlemlediğim OGM’nin yapımcılığında bu projenin çıkacak olması beni bu projeyi kabul etmeye yöneltti diyebilirim.
Ömer dizisinde kendi tabuları olan ve onları kolay kolay yıkmayan bir roldesiniz. Gerçekte de böyle misinizdir?
Hayır, çok katı biri olduğumu düşünmüyorum. Hele hele işimi yaparken, yani oyunculuk yaparken tabusuzluğa inananlardanım. Sahnenin tırnak içindeki kutsallığı da buradan gelir gibi geliyor bana.
Ömer’de kendinizi ilk izlediğinizde neler hissettiniz? İnsan sizi izlerken her şeyi çok gerçekçi görüyor, sanki bir dizi sahnesi değilmiş gibi.
Teşekkür ederim, bunun için gayret gösteriyorum ama genel anlamda hikayeciliğe belgesel tadında bakanlardan değilim. Amacım ikna etmek, ikna ederken de eğlendirmek. Başarabiliyorsam ne mutlu bana.
Geriye dönüp içerisinde yer aldığınız tüm projelere baktığınızda, kendinize ön eleştiride bulunduğunuz oluyor mu?
Elbette kendime ön eleştirilerde bulunuyoum. Kendi canımı da acıtıyorum ama bundan çok da zevk aldığım söylenemez. Fakat kendinin farkında olunması gereken bir iş yaptığımı biliyorum. Hatta insanın kendinin farkında olmasının da çok önemli olduğunu düşünüyorum.
Kendinizi kendinize veya eşiniz Esra Ronabar’a beğendirme çabanız var mıdır mesela?
Eşimle 19 yıldır birlikteyim. Sanki hep onunla birlikteymişim gibi bir durum söz konusu benim için. Dolayısıyla bu kadar zamandan sonra artık çok da ayrı ayrı düşünemiyorsunuz. Sanki bir bütünmüş gibi bir hal oluşuyor. Hangisi bendendi, hangisi ondandı gibi ayıramıyorum doğrusu ama yaptığım işe önce kendimin ikna olması tabii ki önemli. Benim ikna olmadığım bir şeye Esra’nın da çok ikna olacağını zannetmiyorum. Aynı şey onun için de geçerlidir diye düşünüyorum.
Şöhretin sizin için çok da büyük anlamlar ifade etmediğini düşünüyorum ama ‘ünlü eş’ olmanın evliliğinize verdiği zararlar oldu mu hiç?
Evet, ün, şöhret çok takıldığım kavramlar değil. Genel olarak yok birbirimizden farkımız daha inandığım bir cümle. Zorlukları oluyor mu derseniz oluyor tabii. Hele hele bu üne, şöhrete çok da inanmazken, kamusal alanda size yüklenen durum çok da bayıldığım bir durum olmuyor. Rahat hareket etmemi tabii ki zaman zaman kısıtlıyor. Bu aynı zamanda benim kısıtlanmam ya da Esra’nın kısıtlanması, bizim kısıtlanmamız anlamına geliyor ama gülü sevip dikenine katlanıyoruz.
Bize, bazı kelimelerin sizdeki anlamlarını söyler misiniz?
BABA OLMAK-Sorumluluk ve karşılıksız sevmek
GÜÇ-Kendi olabilmek, merkezinde kalabilmek
SABRETMEK-Hayat
EGO-Bıçaksırtı bir kavram, kibire düşülmediği sürece gerekli
SEYAHAT-Zorunluluktan değilse, zevk
GERÇEKLİK-Sanki büyük bir yalanKARİYER-Bu yalan dünyada kendi potansiyelinizi gerçekleştirebilmek